CSI Miami: Sence Ne Yapmalıyım?

Bu soru çoklukla karşılaştığım, hayatımın pek çok döneminde başkalarına sorduğum önemli bir soru.Ne yapmalıyım, biri bana söylesin, ne hissetmeliyim ve bu hislerimle ne yapmalıyım?

İşte bütün mesele bu sorunun derin dehlizlerinde saklı… Nasıl mı? Gelin beraber  bir yolculuğa çıkalım.

İnsan bedeninin derinlerine doğru aşağıya, aşağıya taa toprağın derinliklerine doğru, toprağın yüzeyini geçelim… Durun durun gelin bunu bir meditasyona çevirelim, şimdi gözlerinizi kapatın, ayağa kalkın, rahat bir şekilde duracağınız kadar ayaklarınızı aralayın, kollarınızı sarkıtın, hatta şöyle bir kaç kez sallanın, sanki ellerinize ayaklarınıza bir şeyler yapışmış ve silkeleyerek onları atmak istiyorsunuz. Sallayın , sallayın, silkeleyin, biraz zıplayın, etrafınızda kimse yoksa, ağızdan kocaman bir nefes boşaltın, dilinizi dışarı çıkartıp çocukken yaptığımız gibi ses çıkartın ve sonra sabitliğe gelin. Gözleri kapatın, ayaklarınızın yerle güçlü bir şekilde  temasta  olmasına dikkat edin. Ayaklarınızın her bir bölümü değiyor mu yere, yoksa sadece topuklarınız, ya da ayak parmaklarınız mı, zihninizden ayaklarınızın altını bir halı gibi iyice yayın, zemini hissedin, kucaklayın. Belki parkenin üzerinde ayaklarınız, olsun siz yine de toprağa basıyormuş gibi görselleyin, görsellemenin meditasyon sürecinde zihin için çok önemli olduğunu başka zaman anlatacağım ama siz gelin benim sesimle devam edin, ayaklarınızı toprağa öyle bir basın ki, adeta içinizden, “Hey! Bana Bakın” diye bağırın dünyanın en yüksek dağının tepesinden.

“Hey! Ben buradayım. Ben bu evrenin bir parçasıyım. Ben bu dünyanın, yaradanın bir yansımasıyım. Bu dünyada var olmak benim en doğal hakkım…”

Ve ardından ayaklarınız yere doğru köklenmeye başlasın, kökleriniz toprağın derin tabakalarına insin, indikçe ve derinleştikçe toprağın sağlamlığı tarafından çevrelendiğinizi hayal edin. Soğuk toprak, bilge toprak, kadim toprak, bilen toprak… Ayaklarınızı adeta birer çapa gibi  toprağa  saplayın. Burası sizin temeliniz, bu temelden sağlamlık ve güveni hissedin ve bir süre kalın orada. Bu güven hissini yeterince aldığınızda yavaşça dikkatinizi ayaklara , oradan bacaklara, kalçalara, kuyruk sokumuna, göbek deliğine, kalbinize, boğazınıza , kaşların arasına ve başın tepesine çıkartın. Bırakın aldığınız nefes  kuyruk sokumunuzdan çıksın ta başın tepesine kadar ve hatta burada bir an kalın içinizdeki nefesin varlığını hissedin ve sonra yavaşça nefesi bırakın ve başın tepesinden tekrar kuyruk sokumuna insin nefes. Biraz bu şekilde nefes alıp verin…

Kuyruk sokumundan başın tepesine, ayaklar sağlam bir şekilde yerde…

Durun şimdi ve biraz dinlenin, içinizde oluşan hisleri, duyguları ve belki enerjinin akışını fark edin… Sonra gözleri  açın , elinize bir defter alıp, ne hissettiğinizi yazın…

Tebrikler! İlk kök çakra meditasyonunuzu yaptınız bile!

Biliyorum hem okuyup hem meditasyon yapmak biraz zor ama artık teknoloji çok gelişti, kayıt edin bu meditasyonu kendi sesinizle telefonunuza ve oradan dinleyin… Belki ben  de bir gün kayıt ederim, benim sesimle yaparsınız.

Neden yazıma bir meditasyonla başladım biliyor musunuz, çünkü meditasyon kendimizle, bedenimizle, enerji alanımızla, zihnimizle bağ kurmak ve iç dünyamıza doğru  adım adım  yaklaşmamızı sağlayan en güzel ve en derin çalışma. Çoğu insanın sandığının aksine zor bir çalışma da değil, pek çok farklı meditasyon teknikleri var ama teknikten çok, önemli olan devamlılık ve disiplin; ne olursa olsun, nasıl hisler ve tepkiler olursa olsun, meditasyonda kalmak ve izlemek. Kendi hayatını, iç dünyanı, bilinçaltını, gölgelerini ve ışığını en kolay görebileceğin yer meditasyonda oturduğun içsel tapınağın. Meditasyon oturarak,  sırtüstü uzanarak, ayakta yada yürüyerek de yapılabilir. Dediğim gibi pek çok meditasyon tekniği var ve zamanla bir tekniğe de ihtiyaç duymadan, hayatın kendisi bir meditasyona dönüşmeye başlar. Zaten bana göre yoganın da , meditasyonun da en önemli en derin amaçlarından biri  bizi gündelik hayata hazırlamaları. Evet evet yanlış duymadınız, gündelik hayatın o sıradan basit akışında olan bitene hazırlaması. Nasıl mı? 

Şöyle ki, bir stüdyoda, matın üzerinde belli bir alanımız yar ya, o alanda hocanın bize söylediği şeyleri yapıyoruz ve o yapış sırasında pek çok şey yaşıyoruz, belki ilk zamanlar sadece hareket ediyoruz ve amacımız hareketi anlamak, doğru yapmak ama bir süre geçince o hareketler bizi başka bir boyuta taşıyor. Fiziksel boyuttan çıkıp (o boyut devam ederken tabi ki) duygusal bir boyuta geçiyoruz. Yaptığımız hareketler, bedendeki sıkışmış dokuları rahatlattıkça artık o dokularda gizlenen, sakladığımız, ifade edemediğimiz, belki bu sabahtan, bekli geçen sene ayrıldığımız sevgilimizden, belki ergenlikten, çocukluktan ve hatta atalarımızdan bize miras kalmış duyguları da açığa çıkartıyor. Onun içindir ki bazen bir yoga dersinden öfke içinde çıkarız, neden olduğunu anlamayız ama yoga yapmak bizi öfkelendirmiştir. Ama hani yoga yapınca rahatlayacaktık! Bu duygular da nereden çıktı? 

Kulübe hoş geldiniz, artık yoga sizi daha derin bir yere götürmeye başladı (burada yoga derken meditasyon da demek istiyorum bana göre her şey meditasyon için araç. Benim araçlarımdan en önemlisi yoga olduğu için yoga üzerinden örneklendiriyorum)

Nerde kalmıştık, yogamızı yaptık, ama rahatlamak yerine öfke duymaya başladık, aklımıza bir anı geldi, annemize kızdık, patronumuza kızgınlığımız kabardı. Evet yanlış duymadınız kabardı. Hani nasıl halı silkeleriz ve üzerine pat pat diye vururuz ve tozlar kabararak yükselir işte aynen öyle olmaya başlıyor bir süre sonra yoga yaptığında da. O tozlar yükseliyor, duygular da birer enerji  topu değil mi zaten ve biz o enerji ile ne yapacağımızı bilemiyoruz. Belki önümüze ilk gelene patlıyoruz ama o da işe yaramıyor, rahatlayamıyoruz, belki onu bastırmak için içki içiyoruz ama o da işe yaramıyor, bir süre sonra tekrar aynı duygu geri geliyor, yani kapıdan kovsan pencereden gelir derler ya işte aynı o durum…

Neyse efendim, meditasyon işte tam da bu anda yardımımıza koşuyor. Gözümüzü kapatınca Ak sakalı dedeler bize diyor ki, bir dur, ve izle bakalım. İçinden yükselen bu tepkiye , bu duyguya bir bak, sadece bak. O duygu senden bir şey beklemiyor, öfkeni git yanındakine göster demiyor. Sadece izle. Hatta şöyle arkana yaslan, sanki bir film izlermiş gibi kendi duygunun filmini izle, nefes al derin derin ve izle ve sadece gör, bir şey yapman, değiştirmen, savuşturmana gerek yok, sadece izle…

Belki ilk seferde bu kolay olmuyor . Belki 17. Seferde de kolay olmuyor  ama oturursan, tekrar ve tekrar o matın üzerine çıkarsan, meditasyonuna girersen, öyle ya da böyle bir zaman gelecek ki o duygu senin üzerinde o etkiyi gösteremeyecek artık. O duygunun (hadi söyleyeyim bunlar bizim karmik tohumlarımız, samskaralarımız) , o karmanın seninle işi bitmiş oluyor. Peki bitti mi yo hayır bunun gibi onlarca binlerce duygu var, karmik tohumlarımız var. Hepsi sırayla, zamanı geldikçe karşımıza çıkacaklar….

Gelelim işin büyüsüne .

İşte bu alıştırmayı, matın üzerinde bir kez  yapmayı öğrendiğinde hayatta karşına çıkan durumlarda da  aynı meditasyonundaki gibi kalmayı, izlemeyi ve anlamayı öğreniyorsun, tepkilerin değişiyor. Tepkilerin zaten bilinçaltının derin dehlizlerinde yaşayan kendi hayatları olan enerjiler. Ve bir kez o enerjinin yüzeye çıkmasına izin verdiğinde ve onu izlediğinde, bunu başardığında, onun da artık seninle işi bitiyor… Yine mi aynı şeyi yaşıyorum dediğin durumlar değişiyor…

Ama unutma hayat hep seni sınar. “Emin misin?” der sana. “O tepkinin altında yatan sebepleri anladın mı? Son kararın mı?”

Eğer gerçekten anladıysan, CSI Miami dosyaları gibi üzerine bir mühür basar. Bununla işimiz bitti diye ve çekmeceye geri koyar. Ve sonra bir üsteki çekmeyi usulca açar…

Yeni bir gün doğar, sen uyanırsın ve her şey yeniden başlamıştır. Bakalım bu yeni günü yaşarken tepkilerin ne olacaktır?

 

Not: Groundhog Day’i izlemenizi öneririm.

 

 

Not: Ocak 2016’da Yoga Dergisi için yazılmıştır.

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

40 olmak pek bir güzelmiş

Bu hafta 40. doğum günü haftam ( 40 olunca haftalık kutluyorsun:))40 olmak pek bir güzelmiş, pek olgun olurmuş insan, istemediğine hayır, kendine daha çok evet dermiş, aşkı daha iyi anlarmış, daha güzel severmiş, kendini ancak kendinde var edebileceğini anlarmış, eski aşklarını sevgiyle anar, onlar için en iyisini diler ve sevdiğine daha sıkı sarılırmış. Ruhunu daha yakından tanırmış, yaptığı her meditasyonun önünde kalan zamanın hepsini değiştirdini anlarmış, daha az arkadaşı ile daha az görüşürmüş ama bilirmiş ki herkesin yolu farklı, ruhu farklı, yanında kalan tam kalırmış, gidene ise kızmazmış.

Annesini daha çok severmiş, annesinin yaşına geldiği için onu çok iyi anlarmış .Artık anne çocuk değil iki olgun kadın olarak arkadaşlık kurarmış. Babasını daha çok severmiş kardeşlerini… ailesinin her bireyi onu oluşturan temel taşlarmış.Atalarını daha çok severmiş onlarla vakit geçirmekten keyif alırmış.Yaşı 40 olsa da içinde aileden kopmak istemeyen küçük bir çocuk olduğunu anlarmış ama artık kendi ailesini kurmak için daha güvende hissedermiş.Kimse sormadan tavsiye vermezmiş. Az  konuşur, çok dinlermiş. Birisi derdini anlattığında onu kurtarması gerekmediğini bilirmiş artık, Bu çok iyi gelirmiş. Sesin, sözün, hareketin, enerjinin, insanı iyileştiren harikulade şeyler olduğunu bilirmiş ve hayatına bunları daha çok katarmış. Kendine ait dünyasını hep koruması gerektiğini anlarmış, bazen yanlız kalmanın ne kadar iyi geldiğini. İki yarımın bir tam etmediğini, kendi yarılarını bulanların ancak bir bütün olabileceğini, bütünlüğün hep bir dans olduğunu, bir ileri bir geri gittiğini anlarmış. Diline dikkat edermiş, kelimelerin ne kadar etkili olduğunu, içi iyi olanın kelimelerinin de iyi olduğunu, kelimesi kirli olanın kalbinin de kara olduğunu öğrenirmiş.İşinin aslında önce kendisini iyileştirdiğini ve işini keyifle ve çoşku ile yapmanın önemi anlarmış, istemediği bir işi ,kendisini sıkıştıran bir ilişkiyi hemen bırakabilmeyi bilirmiş.

‘Hayatta bir şey olmuyorsa, başka birşeyin olması için olmuyordur’u tüm kalbi ile anlarmış. İyi ile kötünün aynı olduğunu, insanın içinde, karanlığında, aydınlığında, zalim ve kurbanın da bulunduğunu, ancak bunları bütüne davet ettiğinde gerçek insan olduğunu öğrenirmiş. Kendinin başkasından farklı olduğunu düşünmenin çok komik olduğunu fark edermiş. Çok vermenin, aslında çok almak istemek olduğunu, çok konuşanın bir derdi olduğunu, herşeyi çok yapmanın birşeyleri kapatmak olduğunu bilirmiş. Kendi değerini asla başkalarının sözü, sazı ile ölçülmediğini, insanın kendine tavrının herşeyi belirlediğini bilirmiş. Herşey kötü de gitse geleceğe umutla bakarmış, çünkü gelecek denen şeyin aslında şimdi olduğunu bilirmiş, sevdiğine daha sıkı sarılır, daha güzel müzikler dinler, kendine yemekler pişirir, evini temizler, ruhunu temizler, verebileceği kadarını verir, enerjisini kendine saklarmış.

Kadın olmanın öğrenildiğini, kadınların dünyayı değiştireceğini, şevkatin, sevginin kendi ruhuna yaptığı yolculuklarda ancak bulunabilineceğini bilirmiş; daha hafif, daha sakin, daha yumuşak…40 olmak pek bir güzelmiş.

 

Uncategorized içinde yayınlandı | 1 Yorum

Çakra Çakra Söyle Bana

( Yoga Journal Türkiye Mart-Nisan  2015 sayısı  Çakralar bölümü için ben ve bir kaç eğitmen arkadaşıma sorular sordular , biz de cevapladık. Gerçi bu cevapları yazdıktan sonra  Bali’ye gittim ve Anodea Judith’ten ‘Çakraların Psikolojisi’ eğitimi aldım.Aşağıdaki cevaplara biraz daha ek yapmak isterdim ama artık başka bir yazıya 🙂

Çakra konusuna nasıl ilgi duymaya başladınız? Kısaca hikayenizi anlatır mısınız?

2001 yılında Bilgi Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştım. Yetişkinler için eğitim programları hazırlayan, inanılmaz vizyonu geniş bir bölümdü Bilgi-Eğitim. Ve burada ilk defa Reiki eğitimi düzenlenmişti. Gülcan Arpacıoğlu, Reiki eğitimi sırasında çakralardan bahsetmişti. Öğrendiğim şeyin ne olduğu konusunda pek bir fikrim yoktu. Ama güzel bir şey olduğunu anlamıştım. Çünkü uygulama yaptıkça bana iyi geliyor ve daha huzurlu hissediyordum.

Çakra, öze ulaşma yolunda asana pratiği, psikoloji, meditasyon gibi farklı dalları bir arada barındırıyor… Uzmanlaştığınız dal ile çakra sistemi nasıl bir arada ele alınıyor? Uzmanlaştığınız farklı alanlar olabilir, her biri için bu bağlantıyı kurabilirseniz seviniriz

Çakraları tek başına bir birim ya da bölgeymiş gibi ayırmak yerine, bir enerji sisteminin parçası olarak bakmayı tercih ediyorum.Yani nasıl bedende belli sistemler var ise; kan, dolaşım, sinir sistemi gibi; enerji sistemi de enerji bedeninde var olan bir sistem. Bedende enerji akışının sağlandığı kanallar ‘nadi’ ler yada ‘meridyenler’ var. Bu meridyenlerden temel olan 12 tanesi 12 iç organla bağlantılı ve onların enerjisini besliyor. Çakralar bu kanalların enerji taşıdığı ana merkezler.

Şöyle anlatayım, örneğin bir şehirdeki tren yollarını düşünün. Bedenimiz bu şehir ise, tren yolları meridyenler ve bu yollar aracılığı ile tren hareket edebiliyor ve çakralar ise istasyonlar.Yani trenin besin ve yaşamsal işlevler taşıdığını düşünün, her bir istasyona uğrayıp besini oraya bırakması gerekir.Ve her bir istasyonun belli görevleri var. Eğer bu yolculuk sırasında raylarda bir sorun varsa, tren ilerleyemez ya da gideceği istasyona geç gider ve o ana merkezdeki besin eksik kalır ve bir sonraki merkeze eksik besin olarak taşınır… Enerji sistemi böyle çalışır.

Bedenin fiziksel, enerjetik ve zihinsel katmanları olduğunu düşünürsek ve her katmandaki bir oluşumun öteki katmanları da etkilediğini düşünürsek, bu harika birşey! Yani düşünün fiziksel katmanda bedeninizi rahatlattığınızda bu etki aynı karbon kağıdına çizdiğiniz bir resim gibi, enerji ve duygusal bedene oradan da zihinsel bedene doğru kelebek etkisini sürdürüyor. Yoga derslerinde yaşadığımız şey tam da bu! Bu huşu hali yani ‘anlık bliss’ hali…Ve tabi ki bunun tam tersi de mümkün, enerji bedeninizdeki bir sorun sizin hem fiziksel hem de zihinsel katmanda çökmenize sebep oluyor.

Özellikle Yin Yoga konusundaki eğitimlerim ve ayrıca Reiki, Aile dizimi, EFT gibi enerji çalışmalarından aldığım bilgiler ışığında yaptığım dersler ve eğitimlerde tüm bu sistemin bir bütün olduğunu her an hissediyorum.

Ama örneğin Yin Yogadan bahsedersek, Yin yoga özellikle derin bağ dokusu -connective tissue – üzerinde çalışan bir sistem. Pozlarda uzun süre kalınarak, kasların gevşeyip, çalışmanın yükünü bağ dokuya iletmesi (ki bunun için en az 2-3 dakika süre geçmesi lazım) sonucu bağ dokuyu esnetebiliyoruz. Bağ doku dediğim bedende bir dokuyu başka bir dokuya bağlayan aracı doku… Bir ağ aslında her hücrenin etrafında her organın etrafında her bağlanıtı noktasında…

Ve yine bağ dokuyu esnettiğimizde, derin doku üzerindeki meridyenleri de enerjetik olarak etkiliyoruz. Yine başa döneceğim, meridyen, çakraya enerji taşıyan birim olduğu için, çakranın enerjisini de etkilemiş oluyoruz.ve enerjetik etkileşim zihinsel olarak da sakinleşmeyi sağladığı için, daha içe, daha derinlerimize dokunmamızı sağlıyor. Bir nevi kendi kendine yapılan terapi. Benim Yin yogadaki sağlam anatomik yaklaşımımın yanında beslendiğim enerjetik yaklaşım budur.

Kişisel pratiğinizde, merkezden kopmanıza neden olabilecek durumlarda, travmalarda, bu sistemde dengeyi kurabilmek için nasıl uygulamalar yapıyorsunuz? Her bir çakra için bize örnek verebilir misiniz? Bu travmalar, her bir çakrayı nasıl etkileyebiliyor?

Bu paket bir ömür boyu süren bir paket yani travmalarımızın pek çoğunu çocukluktan alıyoruz. Sonra ailemizden taşıdığımzı yükler var, sonra bu ülkede yaşıyor olmaktan dolayı taşıdığımız. Ve tüm hayatımız bu yüklerin etrafında dönüyor. Aslında bahsettiğim şey Karma teorisi. Örneğin bu konularda sıkışıyorsam, aile dizimi çalışması yapıyorum.

Aslında hiçbir sistemi birbirinden ayırmıyorum. Hangisi işime yarıyorsa onu yapıyorum. Sizin çok basit olarak tanımladığımız bir olayda bile, örneğin kazandığım parayı biriktiremiyorum; bu olayın altında bile aile dinemikleri yani büyük karmik bağlar(travmalar) var.

Yani bu bir ömür boyu süren zorlu ve disiplinli bir çalışma. Yani ailemle sorun yaşadım ve birinci çakramı etkiledi toprağa basayım ve geçer… Bu yaklaşıma pek inanmıyorum. O kadar kolay değil. Çakraların yerleri, işlevler, görevleri konusunda bilgi sahibi olup, bizim şu anda enerji sistemimizi derinlemesine etkileyen şeyin ne olduğunu gözlemleyip, yani örneğin hayatımızda tekrar eden şeyler nelerdir? Aynı ilişiki biçimi mi, aynı iş biçimi mi, bizi köşeye sıkıştıran şeyler nelerdir? Bunları gözlemlediğimizde, hangi çakramızda bir sorun(eksiklik ya da fazlalık) olduğu konusunda ip ucumuz olur. Sonrası tüm hayatımızı masaya yatırıp dikkatlice inceleyip, parçaları tekrar bir araya getirmek olacak.Tek başına bir çakrayı çalışarak bir ilerleme olacağını düşünmüyorum. Ama bir çakraya odaklanarak belli bir süre çalışabilirsiniz. İnsan enerji sistemi ve karmaşası bunun çok çok üstünde. Herşey bütünlüklü olarak ele alınmalı. Yoksa saatlerce kalp çakrası çalışıp, sokağa çıktığında gördüğün Suriyeli mültecilere iğrenerek bakıyorsan… Boşuna çalışma.

Yani sistemi ve kendini anlayıp, onun üzerine meditasyon yapıp, uzun uzun çalışmak gerekiyor.

Ben kendimi kapana kısılmış hissettiğimde, hangi çakra olursa olsun bu etkiyi sağlayan, Yoga yapıyorum. meditasyon yapıyorum, iyi besleniyorum, yalnız kalıyorum ve kendi alanımda şifanın gelmesini bekliyorum. Benim ritüellerim bunlar.

Ama örneğin 2.çakrada sıkıştıysam, ki 2. çakra arzular, zevk, hareketi kapsar ve su elementidir . Su ile bağlantıya geçiyorum, daha çok su içmek, sıcak bir duş almak, dans etmek…

Yine dediğim gibi sistemi bütünlüklü olarak ele almak gerektiğine inanıyorum.

Çakraları ve onların ifade ettiği anlam ve bilgeliği hayatınıza nasıl aktarıyorsunuz? Nasıl faydalanıyorsunuz?

Çakralar bir nevi içimizdeki bilgiyi dışarıya yansıtan projeksiyonlar ve tüm enerji sistemimizi tanımamıza yarayan anahtarlar. Herbir çakranın etkin olduğu bir bedensel bölge ve bize sunduğu bir ders var hayatta.Hayatıım belli zamanlarında tekrarlanıp duran olaylar yaşıyorsam yada fiziksel durumlar, belli durumlarda ortaya çıkan bel ağrıları , yada farklı insanlarla yaşadığım aynı duygu durumu, o zaman bir dönüp tüm enerji sistemime bakıyorum. bu sorunlar nerden kaynaklanıyor diye. Ve gözün gerisindekine , büyük resme bakarak bu durum için n eyapmam gerektiğini anlıyorum.

Örneğin bedenimde bazı dönemler katılık hissdiyorum, egzersiz yapsam da yoga yapsamda kalcalarımda yada dokularımda ki sertlik azalmıyor bazı dönemler. geri çekilip baktığımda ise bunun 2. çakra ile ilgili olduğunu anlıyorum. 2. çakra akış, hayattan zevk alma, tutkular ve cinsellike ilgili. Yani çok çalışıp dinlenmeye zaman ayırmadığımda, yada yaptığım şeyi fazlasıyla ciddiye alıp onun içindeki keyifi göremediğimde yine 2. çakranın enerjisinde dengesizlikler ortaya çıkıyor.

Uyguladığınız yoga pratiği çerçevesinde çakralar sizin pratiğinizi ya da yoga eğitmenliğinizi nasıl etkiliyor?

 

Yin Yoga çok enerjetik ve meditatif bir çalışma.Pozlarda uzun kalınarak bağdoku- fasya üzerinde yaptığımız etki , yine derin doku daki meridyenleri ve dolayısı ile çakraları etkiliyor. Yani tüm enerji sistemini katman katman etkileyebiliyoruz. Bu etki de sanki fizik bedenle duygusal beden arasındaki kapıların kilidini açıp , bizi kendi öz ümüze yaklaştırıyor. iste o öze yaklaştığımızda ise herbir çakranın bize gösterdiği dersi ve bilgiyi daha kolay görebiliyoruz.

ben pekçok dersimi çakralar odaklı yapıyorum. Bedende bir yere odaklanmamnın enerjiyi ve bilinci de o yere götürdüğüne inanıyorum. Bir neyi bir alana yada enerjiye projeksiyon tutmak gibi .sonarsı size kalmış. ordaki bilgiyi yorumlamak ve hayatanız bir yön vermek yada orada kalmak.

Son senelerde aldığım aile dizimi zen terapi gibi çalışmalarıda harmanlayarak, çakralar odaklı worshoplar hazırlıyorum. İçine yin yogayı da katarak, fiziksel katmandan duygusal katmana ve ordan da enerjitik katmana bakarak, belli bir çakranın bize anlatma istediklerini deneyimleme fırsatımız oluyor.

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Çakralarım ve Nenem

İnsanın enerji sistemine olan hayranlığım 2001 yılında Reiki aracılığı ile çakralarla tanışmamla başladı. Önceleri Reiki uygularken, tam olarak ne olduğunu, ne işe yaradığını tam olarak bilemesem de bana ve çevremdekilere iyi geldiğini yavaş yavaş anlıyordum. Rahmetli nenem, ailemin evine ne zaman gitsem, çorabını çıkarır, ayağını uzatır, ‘kızım’ derdi, ‘gel de o şeyi yap bana, ellerin dizimdeyken içim ısınıyor, adı neydi, işte o şeyi yap bana’…

Nenem yaşasaydı da keşke ben ona hep “o şeyi” yapabilseydim…İnsan ancak o “kafalar güzel” geçirdiği 20’li yaşlardan sonra 30’lara gelince yaşamın ve çevresindeki insanların, aile büyüklerinin (ve küçüklerinin) ne kadar ama ne kadar kıymetli olduğunu  anlıyor…

Çocukken köyde geçirdiğimiz ilk yıllarım ve yazları geri dönüp özgürce doğada geçirdiğim zamanlarım sanırım kişiliğimin ve hayata bakış açımın, maceracı tarafımın oluşmasındaki en büyük katkıdır. Çok kitap okurdum ve evet aynen şimdiki gibi çalışkan ve araştırmacı bir çocuktum. Onlu yaşlarda okuduğum kitapların özetlerini, basım yılını, ilginç bölümlerini yazdığım not defterlerim vardı.

Okula gitmeden bir gece önce mutlaka tüm dersleri ve konularını okur, İngilizce dersleri için bir üniteyi tamamen okur, özetler ve bilmediğim kelimeleri öğrenip onlarla cümle kurardım. Almanca öğrendikten sonra İspanyolca öğrenirken bir cümlenin hem Almancasını hem İspanyolcasını (bir de İngilizcesini) not alarak çalışırdım. Bu çalışma biçimi kendi kendime geliştirdiğim bir şeydi. Zeki biri olduğumu bilirdim ve her şeye merakım vardı. İnsanın her şeyi ama her şeyi öğrenebileceğini ve hayatta istediği her şeyi yapabilecek kapasitede olduğunu daha çocukken fark etmiştim ama bunun için zaman ve emek harcamak gerektiğini de.

Peki bir çocuğun bile istediği yaşamı yaratma gücü varken, yetişkin bireyler olunca istediğimiz hayatlarımızı yaratmak ya da mutlu olmadığımız durumları değiştirmek konusunda neden bu kadar zorlanıyoruz? Gelecekle ilgili müthiş kaygılarımız hangi aşamada devreye giriyor? Sorunlarımızla yüzleşmek yerine neden bir kurtarıcının gelip sihirli bir şekilde her şeyi çözmesini bekliyoruz?

İnsan neden kendi kendini iyileştirebilecek güçte olduğunu görmek istemez?
Yoksa dramın içinde kalmaktan sağladığı faydalar mı var?

“Neden iyileşmek istemiyoruz?”

Pek çok açıdan cevaplanabilecek bu sorulara, beni hayatta (en azından 30’larımdan sonra) en fazla heyecanlandıran alan olan insan bedeni ve enerji sistemi açısından bakmak ve o cevapları kendi yaşam pratiğimde araştırmak en büyük tutkularımdan biri oldu. Bu nedenle olsa gerek Reikiden sonra hayatıma yoga girdi ve devamında enerji boyutu ile doğrudan bağlantı kurabildiğim bir uygulama olan yin yoga,ardından da aile dizimi gibi karmik boyutlarla tanıştım.

Ama özellikle birkaç sene önce hayatımın en büyük sorgulamasını yaptığım bir dönemde katıldığım, sevgili hocam Paul Grilley ile “Çakralar, Meridyenler ve Meditasyon” eğitimindeki yoğun çakra meditasyonlarından sonra, o boyut ile sadece hissel değil, görsel olarak da çok güçlü bir bağlantım olduğunu fark edince, çakralar tekrar hayatıma girdi.

Kaliforniya’da Redwood ormanlarının içinde geçirdiğimiz 3 haftalık inzivadan sonra evime döndüğümde, her sabah 7’de kalkıp, yatağımın yanında serili olan matıma geçip, kolay bir meditasyon oturuşunda, meditasyon yapmaya başladım. Bu sırada yanımda bir günlüğüm vardı. Her hafta farklı bir meditasyonu uyguluyor, sonrasında notlarımı alıyor, bana nasıl geldi, ne hissettim, ne gördüm….bütün ayrıntılarıyla yazıyordum. Aylarca bu uygulamaya devam ettim. Her bir çakra için ayrı ayrı haftalarca çalıştım. Bir süre sonra da birkaç çakrayı beraber çalışmaya başladım.

Bu yoğun meditasyon süreci, rüyalarımda da devam ediyordu. Hangi çakra ile ilgili çalışıyorsam onunla ilgili (örneğin 1. çakra kökler, aile, atalar; 2. çakra ilişkiler) rüyalar görüyor ve çoğu zaman o rüyalarda bazı cevaplar buluyordum. Benim için çok ama çok büyülü, bir o kadar da zor bir süreçti. Zordu çünkü kendi konfor alanımdan çıkmam, disipline olmam, vazgeçmem ve bazı şeylerden mahrum kalmam gerekiyordu.

Daha önce kitaplarda yazan tanımları artık daha derinlemesine anlamaya başlamıştım ve Karma ile ilgili kendi üzerimde yaptığım çalışmalardan sonra bu sistemin nasıl çalıştığını ve insan denen varlığın gizemini bir kez daha gördüm. Son birkaç senedir çakraların psikolojisi üzerine okumalar ve uygulamalar yapıyor, öğrendiğim öteki sistemlerle harmanlayarak çalışmalar yapıyorum. Birkaç ay içinde de dünyanın en güzel ülkelerinden biri olan Bali’de bu konuyla ilgili dünyadaki en önemli uzmanlardan biri ile çalışmaya gideceğim için çok heyecanlıyım.

Heyecanlıyım çünkü insanın kendisini iyileştirme gücü olduğunu biliyorum.
İnsanın kendi içsel yolculuğuna bu veya bunun gibi araçlardan biri ile çıkabileceğini biliyorum. Bu yolun oldukça acılı olduğunu daama kendini, gerçek benliğini, içindeki kutsal tapınağı bulmanın ne kadar özgürleştirici olduğunu da biliyorum. Ve bana göre çakralar işte o tapınağa açılan kapılardan biri. Her birinin kendi dünyası ve anlamı, oluşum süreci ve hikayesi var. O hikayelerden bazılarını geçmiş yaşamlarımızdan, bazılarını ailemizden ve atalarımızdan getiriyoruz, bazılarını da gündelik yaşamlarımızdaki davranışlarımızla biz yazıyoruz. Yani her birine ait senaryolar var. Yaşam da bize o senaryolara uygun mekanlar, insanlar ve olaylar yaratıyor ki o hikayeleri okuyabilelim. Bir kez okuduk ve anladık mı, o hikayenin bizimle işi kalmıyor.

Ama okuduğumuz hikayeyi henüz anlamadıysak, yaşam aynı hikayeyi defalarca önümüze çıkarıyor; oyuncular değişiyor, mekan ve dekor değişiyor ama senaryo aynı kalıyor.

Tanıdık geldi mi? Senin hayatında da tekrarlanan senaryolar var mı?

Namaste

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

ARZU’NUN KÖLESi MiSiN?

İstediğin ve arzuladığın şeyler ile, ihtiyacın olan şeyler arasında bir fark vardır.(to want and to need) .İstek çoğu zaman bir efor taşıyor ve o eforun altında da bir eksiklik ve doldurmak istediğin bir boşluk var yada ego var. İhtiyaç ise kendini ve bedenini ve duygularını dinleyebilme kapasitenle anlayabileceğin bir durum.İhtiyaclarını anlayabilmek için duyularına daha yakın olman ve hissedebilme kapasiteni arttırman gerekiyor.(ikinci çakra:)

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

ARZUNUN KÖLESi MiSiN

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

SİSTEMİN KÖLESİ MİSİN, SİSTEM Mİ SENİN KÖLEN?

Bir sistem yada ögreti seni bir yerden alıp biryere götürmelidir .O sisteme başlarken izlediğin kurallar ve disiplin seni dönüştürmediyse bir süre sonra seni yok eder…Bu da onun değil senin suçundur…Demek ki hiçbir şey öğrenememiş körükörüne bağlanmışsın, zaten bağlanacak birşey arıyormuşsundur ve onu da bulmuşsundu, anneden çıkıp sevgiliye ondan çıkıp o öğretiye…O öğretinin adı sanı tanımı da önemli değil , senin ondan ne öğrendiğin, onda kendini görüp görmediğin, kendinle yüzleşip yüzleşmediğin, karanlığını fark edip etmediğin, zırhlarından sıyrılıp kırılgan ve gerçek bir insan olup olmadığındır esas mesele …
İşte benim için bir öğreti buna araç olan şeydir. İçinde var olup yeni bir ego- ben yaratmak, kendime daha fazla saklanacağım zırhlar ve insanlara daha üstten bakacağım malzemeler değil, aksine beni en karanlıklarıma ve en saflığıma götürecek, orda kendimle başbaşa bırakacak, o başbaşalıktan, etrafıma senelerce ördüğüm kozayı söküp atacak gücü, cesareti ve kararlılığı verecek şeydir bir sistem , bunun adı yoga olur, tai-chi olur aile dizimi olur oryantal dans olur,aşk olur, çocuk yapmak olur…Ne dersen de tüm bunlar için büyüme ve olgunlaşma cesareti gerekiyor, kendini görmek ve kendine doğru yolcuk yapmak etrafındaki yalandan kurduğun dünyayı yıkmak ve yıkıntı altında düşünmek gerekıyor…Kendi hayatının sorumluluğunu almak gerekiyor…Yıkan da sensin Yaratan da.. Sadece gözlerini açıp görmen gerekiyor…

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

LESS IS THE NEW MORE

less is the new more — ahanda yeni mottom:))
Sıradanlıktan basitlikten keyif almak, olanı olduğu gibi görmek ve kabullenmek ve onun içindeki bilgeligi farketmek, sevgiyle yaşamak -işte aydınlanma böyle birşey… Olanda mutlu değilsen, hep olacakta bir mutluluk peşindeysen, olacak olduğunda mutlu olacağın ne malum? Sen mutlu olmayı biliyor musun ki koşulların değiştiğinde mutlu olabileceğini düşünüyorsun? Mutlu olmak bir yaşam pratiği, ögrenilen birşey, dışardan bir kişiye, eşyaya, konuma v.s bağlı olan birşey değil , ki öyleyse – eğer şu olursa mutlu olacağım, bu kişi olursa hayatımda mutlu olacağım, annem değişirse, patromun değişirse mutlu olacağım -sa beklentin kendi hapishanende yaşıyorsun demektir.. Mutluluğunun sorumluluğunu bile alamıyorsun demektir. Sevgin koşullu demektir. Belki de sen bilmiyorsun sevmeyi yada mutlu olmayı …Çocuk gibi başkası seni mutlu etsin istiyorsundur..Büyüme vakti gelmedi mi?

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

NİSAN ÖYKÜLERİ: TAZE İNCİR

Hayatta en çok korktuğun şey nedir niye sordu?
Sanırım sevdiğim birini kaybetmek dedim.
Peki ölümden korkmuyor musun dedi.
Kendi ölümumden mi? Yok hayır korkmuyorum.
Sanırım mutlu yaşayan biriyim, ölmekten de korkmuyorum.
Ama ailemden birini kaybedersem ben de kaybolurum.
Ben çok korkuyorum dedi, keşke bir uçak kazasında ölsem. Bedenim paramparça olsa aniden …hem acı da çekmem belki…
Sana sarılmamı ister misin dedim?
Gözlerime baktı,
Gözlerine baktım…
Yanlızlığını hatırladı.
Yaşlanmış elleri vardı.
Yaşamı gençti zira…
Annemi özledim dedi.
Annemi özledim dedim.
Güneş yeni doğmuştu.
Ağaçtan incirler düşmüştü.
Öyle güzel kokuyorlardı ki…

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın

KADINLIK HALLERİ: HAYALLERİM, AŞKIM VE HALİL

-Aman be, ne kadar yakışıklı ya, hiç bu kadar yakışıklı otobüs şöförü de görmemiştim.
-Haydaa nerden çıktı şimdi bu, artık otobüs şöförlerine mi bakıyorsun?
-Niye ya, baksana boylu poslu adam, üstelik temiz yüzlü.
-Bravo bu yaşına kadar otobüs şöförüne sevdalanmak için mi bekledin? Kayıııt , motooor film çekimi başlasın!
-Sen de çok sıkıcısın, ayrıca adam ayırıyorsun. Ne var sanki otobüs şöforü olunca aşk olmuyor mu şimdi? Hem baksana ne güzel gülümsüyor. Adı ne acaba? Mehmet olsun adı mesela. Yok ya Halil’dir bunun adı…”Halil canım, nerde kaldın? Hayatım çok trafik var. Kabataşta sıkıştık kaldık, sen beni bekleme yemeğe, başla. Yaa ama olmaz, ben seni bekleyeceğim. Hem hangi kadın yeni evlendiği kocasını beklemeden yemeğe oturur ki?”
-Çüşş evlilik hayalleri bile kurdun. Tam tamına 4 dakika oldu adamı göreli!
-Dur ya, bırak hayallerimle kalayım biraz. Bak şimdi; biz birbirimizi görür görmez aşık olmuşuz. Halil de aslında mühendismiş. Geçen gazetede okumuştum en iyi koca mühendislerden oluyormuş. Onlar evliliğe de iş gibi bakıyorlarmış.Evde huzur ve sükunet arıyorlarmış.Neyse, Halil de mühendis ama aynı zamanda yaratıcı bir adam, e zaten mühendis dedim ya, sıkılmış biraz farklı birşeyler arıyormuş hayatta. Çocukluğundan beri çok severmiş otobüsleri. Belediyede çalışan bir kuzeni varmış; otobüsleri tasarlayan, hem Halil de muhendis ya, işte o da araba, otobüs mühendisi, yani kaç koltuk lazım, ayaktayken tutunacağın o şeyler, neydi adı; işte o şeylerden kaç tane lazım, aralarındaki mesafe ne kadar olmalı, onları falan hep Halil hesaplıyormuş. Hani bazen çok yakın oluyor ya birbirine, yani sabit olmuyorlar ve sen ayaktayken yorgun argın başka birinin elleri dokunuyor sana rahatsız oluyorsun. Zaten Halil de Amerika’da  okumuş.
-Halil’in elleri dokunsa rahatsız olmazdın ama.
-Yaaa sen de ne sıkıcısın, bir hayal kurdurmadın şurada.
-Hayallerin çok saçma da ondan. Hepsi peri masalı sanki, yakışıklı prens otobüs söförü olmuş, birgün prenses otobüse binmiş, aa bak şu tesadüfe prensesin akbilindeki kontürler de yeni bitmişmiş, yakışıklı  prens kimliğini gizliyormuş ama prensesi görür görmez anlamış hayatının kadını  olduğunu, gömleğinin cebindeki akbili cıkarmış, “bunu kullanabilirsiniz” demiş, prenses de biraz utanarak, “yok gerek yok ben inip yürürüm” demiş (yaa bak gördün mü kızı, hayır diyor, kendini ağırdan satıyor, sen de hemen evlendin adamla 4. dakikada. Ne yemek pişirdin bari Halil’ciğine)
-Ne yani olmaz mı, insan bir görüşte aşık olamaz mi?  Yalan mı yani onca film, onca kitap yalan mı söylüyor?Peki ya şiirler, onlar da mı yalan?
-Yalan tabi. O yalan bir tanım. Aşk değil mevzu, sevgi bi kere.
-Niye, aşık olunca sevgi olmuyor mu?
-Olmuyor. Aşk tutkularına esir olduğun bir durum. Beyin kimyan bile bozuluyor. Gözlerini kararttığın, gerçek olanı göremediğin bir hal .Sen aşk zannediyorsun, ayy tesadüfe bak ki karşılaştık diyorsun ama öyle olmuyor canım.
-Ya nasıl oluyor, madem çok biliyorsun o zaman sen niye yalnızsın?
-Yalnızsam ne olmuş?
-Yalnızsın işte! Sen de istemiyor musun bir aşığın olsun?
-Aşığım değil ama bir ilişkim olsun istiyorum tabii ki.
-İlişki nedir ki senin için?
-Nasıl yani?
-Ilişki tanımın nedir?
-Dalga geçiyorsun benimle, Halil’le yaşadığım yıldırım aşkımızla. Sen anlat da dinleyelim o zaman.
-Bak ya, niye dalga geçeyim, sadece o hissettiğin gerçek değil diyorum. Senin kafanda belli bir fantezi var, öğrenilmiş şeyler bunlar. Çocukluğunda kafana sokmuşlar; prensesler, kahramanlar, beyaz atlı prensler. Adam gelecek, hayatına girecek ve senin yalnızlığın bitecek ve artık tastamam bir kadın olacaksın…Bu yanlış diyorum. Hayat bir romatik komedi değil.
-Nesi yanlış ki; bir kadın, bir adam. İşte iki  elmanın yarısı.
-Ha ha iki değil o. İşte bak bilinçaltına, benim gibi düşünüyor o da. Doğru tabii iki ayrı elma.
-Bir elmanın yarısı diyecektim…
-Ama demedin. İşte buradan bile belli hislerinin gerçek olmadığı. Hem niye tamamlanacaksın ki? Sen zaten tamsın, tümsün, bütünsün. Bu da öğretilmiş birşey. Hem sana birşey diyeyim; bu bizim memleketimizde böyle, bize öğretiyorlar, kafamıza kazıyorlar, ancak ve ancak hayatında bir erkek olduğu zaman tamamlanacaksın, kadın olacaksın diye. Bir de bunun evlilik ve çocuk versiyonu var..
– Ya sen de çok uçlardasin yine bugün. Birsey demedik ki , biraz hayal kurduk, hem Halil’e çorba koymuştum, senin yüzünden soğudu. Dur altını ısıtayım, adam işten geldi o kadar, yorulmuştur.
-Yuh! iyice domestik oldun sen de!
-Olurum tabi, kötü birşey mi insanın kendine ya da kocasına yemek yapması?
-Koca diyor ya, amma koca meraklısıymışsın.
-Değilim canım ama, senin gibi tek başıma olmak da istemiyorum.
-Kocan olunca tek başına olmayacak mısın?
-Hayır olmayacağım. Bir artı bir iki eder. Bir yastıkta kocarız biz Halil’le. Eskiden upuzun yastıklar varmış; annem anlatmıştı, kadın ve kocası başlarını o yastığa koyarlarmış beraber uyurlarken. Işte ondan bir yastıkta kocayın derlermiş.
-Peki sana birşey soracağım; yalnız olmakla tekbaşına olmak arasındakı farkı düşündün mü hiç?
-Nasıl yani, aynı şey değil mi?
-Hayır değil. İnsan yalnız olmayı  öğrenmeli. Hele ki bir kadın, yalnız başına da var olabilmeli. Yoksa içindeki boşluğu hiçbir Halil dolduramaz canım benim. O boşluk orda oluşmuş çocukluğunda. Onu senin doldurman lazım. Yoksa Halil gider Malil gelir.
-Malil diye isim mi olur be, bari Kenan olsun.
-Oldu! Kenan Imirzalıoğlu  olsun da bari dizi film de çekeriz.
-Kenan da çok yakışıklı adam be.
-Sen de pek safsın.Yalnızlık diyorum; öğrenmeli insan kendiyle olmayı. O zaman sadece yalnızlığını doldurmak için bir erkeğe ihtiyaç duymaz. İşte o zaman gerçekten bir sevgi birlikteliği olur, ilişki olur, ilişki işte; adından belli, ilişip durur insan, yanıma iliş ,yarama yapış değil.
-Çok komiksin.
-Sen daha da komiksin.
-Evet ya senle ben aynı kişi  olduğumuza göre baya komiğiz biz.
-Son derece geleneksel bir tarafın var. Ne kadar da modern kadın, özgür kadın olsan da, işte bak evlilik hayalleri kurmaktan vazgeçemiyorsun.
-Ben bunda bir sorun görmüyorum. Hem sende de o geleneksel taraf var da, sen yokmuş gibi davranıyorsun.
-Hadı canım, ne alakası var.
-Var işte. Hem olsa ne olacak, niye hem o hem bu olamıyoruz ki? Kim belirliyor nasıl bir kadın olacağımızı?Ben seviyorum domestik kadını; evde yemek yapan, yoğut mayalayan ama aynı zamanda kitap okuyan, film izleyen kadını.
-Kariyer de yaparım , çocuk da diyorsun yani.
-Hayır canım. Kadınları bu toplum küçümsüyor diyorum hem de kadınların kendisi. Kadınlığı kötü birşey gibi düşünüyorsunuz. Oysa ki kadın ne kadar yumuşak, derin bir şey…
-Hımm gördük o yumuşak derin kadınlara ne olduğunu. Hepsini ezip geçiyorlar.
-Kim eziyor, baksana senin yaptığın nedir ki? Asıl sen eziyorsun. Küçümsüyorsun.
-Yok daha neler.
-Daha neler ya!Sen bir kere saygı duymuyorsun. Kafanda bir kadın modeli var. Şöyle olmalı, böyle olmalı…başka bir hale tahammül edemiyorsun.
-Ya ben senin iyiliğin için söylüyorum.
-Bu hayaller boşuna canım benim. O Halil senin beyaz atlı prensin değil. Onun gerçekte kim olduğunu bilmeden kafandaki erkek tanımını hoop adama yüklüyorsun. Sonra da öyle çıkmayınca vay efendim bu erkekler de hiç çabalamıyor. Bir bak bir tanış, adam gerçekte nedir, kimdir, senin için  ne kadar çaba harcayacak, ona göre karar verirsin. Oysa ki sen ne yapıyorsun? Adama baştan hoop,100 milyon kredi veriyorsun. Sonra da bekliyorsun ki taksit taksit ödesin sana.
-Bu çok saçma oldu bu tanım  bari kredi kartiniz borcundan dolayi kapanmıştır  diye bitir de ben de güleyim.
-Düğmeye bas inicez!
-Geldik mi?
-Geldik.
-Off ya, hergün de trafik olur bugün 10 dakikada geldik.
-Ne güzel işte.
-Ama Halil…
-Ya bırak Halili Malili hadi evimize gidicez, daha yemek yapıcaz. Balık aldım hem.
-Halil de balık çok sever…
Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın