Bu soru çoklukla karşılaştığım, hayatımın pek çok döneminde başkalarına sorduğum önemli bir soru.Ne yapmalıyım, biri bana söylesin, ne hissetmeliyim ve bu hislerimle ne yapmalıyım?
İşte bütün mesele bu sorunun derin dehlizlerinde saklı… Nasıl mı? Gelin beraber bir yolculuğa çıkalım.
İnsan bedeninin derinlerine doğru aşağıya, aşağıya taa toprağın derinliklerine doğru, toprağın yüzeyini geçelim… Durun durun gelin bunu bir meditasyona çevirelim, şimdi gözlerinizi kapatın, ayağa kalkın, rahat bir şekilde duracağınız kadar ayaklarınızı aralayın, kollarınızı sarkıtın, hatta şöyle bir kaç kez sallanın, sanki ellerinize ayaklarınıza bir şeyler yapışmış ve silkeleyerek onları atmak istiyorsunuz. Sallayın , sallayın, silkeleyin, biraz zıplayın, etrafınızda kimse yoksa, ağızdan kocaman bir nefes boşaltın, dilinizi dışarı çıkartıp çocukken yaptığımız gibi ses çıkartın ve sonra sabitliğe gelin. Gözleri kapatın, ayaklarınızın yerle güçlü bir şekilde temasta olmasına dikkat edin. Ayaklarınızın her bir bölümü değiyor mu yere, yoksa sadece topuklarınız, ya da ayak parmaklarınız mı, zihninizden ayaklarınızın altını bir halı gibi iyice yayın, zemini hissedin, kucaklayın. Belki parkenin üzerinde ayaklarınız, olsun siz yine de toprağa basıyormuş gibi görselleyin, görsellemenin meditasyon sürecinde zihin için çok önemli olduğunu başka zaman anlatacağım ama siz gelin benim sesimle devam edin, ayaklarınızı toprağa öyle bir basın ki, adeta içinizden, “Hey! Bana Bakın” diye bağırın dünyanın en yüksek dağının tepesinden.
“Hey! Ben buradayım. Ben bu evrenin bir parçasıyım. Ben bu dünyanın, yaradanın bir yansımasıyım. Bu dünyada var olmak benim en doğal hakkım…”
Ve ardından ayaklarınız yere doğru köklenmeye başlasın, kökleriniz toprağın derin tabakalarına insin, indikçe ve derinleştikçe toprağın sağlamlığı tarafından çevrelendiğinizi hayal edin. Soğuk toprak, bilge toprak, kadim toprak, bilen toprak… Ayaklarınızı adeta birer çapa gibi toprağa saplayın. Burası sizin temeliniz, bu temelden sağlamlık ve güveni hissedin ve bir süre kalın orada. Bu güven hissini yeterince aldığınızda yavaşça dikkatinizi ayaklara , oradan bacaklara, kalçalara, kuyruk sokumuna, göbek deliğine, kalbinize, boğazınıza , kaşların arasına ve başın tepesine çıkartın. Bırakın aldığınız nefes kuyruk sokumunuzdan çıksın ta başın tepesine kadar ve hatta burada bir an kalın içinizdeki nefesin varlığını hissedin ve sonra yavaşça nefesi bırakın ve başın tepesinden tekrar kuyruk sokumuna insin nefes. Biraz bu şekilde nefes alıp verin…
Kuyruk sokumundan başın tepesine, ayaklar sağlam bir şekilde yerde…
Durun şimdi ve biraz dinlenin, içinizde oluşan hisleri, duyguları ve belki enerjinin akışını fark edin… Sonra gözleri açın , elinize bir defter alıp, ne hissettiğinizi yazın…
Tebrikler! İlk kök çakra meditasyonunuzu yaptınız bile!
Biliyorum hem okuyup hem meditasyon yapmak biraz zor ama artık teknoloji çok gelişti, kayıt edin bu meditasyonu kendi sesinizle telefonunuza ve oradan dinleyin… Belki ben de bir gün kayıt ederim, benim sesimle yaparsınız.
Neden yazıma bir meditasyonla başladım biliyor musunuz, çünkü meditasyon kendimizle, bedenimizle, enerji alanımızla, zihnimizle bağ kurmak ve iç dünyamıza doğru adım adım yaklaşmamızı sağlayan en güzel ve en derin çalışma. Çoğu insanın sandığının aksine zor bir çalışma da değil, pek çok farklı meditasyon teknikleri var ama teknikten çok, önemli olan devamlılık ve disiplin; ne olursa olsun, nasıl hisler ve tepkiler olursa olsun, meditasyonda kalmak ve izlemek. Kendi hayatını, iç dünyanı, bilinçaltını, gölgelerini ve ışığını en kolay görebileceğin yer meditasyonda oturduğun içsel tapınağın. Meditasyon oturarak, sırtüstü uzanarak, ayakta yada yürüyerek de yapılabilir. Dediğim gibi pek çok meditasyon tekniği var ve zamanla bir tekniğe de ihtiyaç duymadan, hayatın kendisi bir meditasyona dönüşmeye başlar. Zaten bana göre yoganın da , meditasyonun da en önemli en derin amaçlarından biri bizi gündelik hayata hazırlamaları. Evet evet yanlış duymadınız, gündelik hayatın o sıradan basit akışında olan bitene hazırlaması. Nasıl mı?
Şöyle ki, bir stüdyoda, matın üzerinde belli bir alanımız yar ya, o alanda hocanın bize söylediği şeyleri yapıyoruz ve o yapış sırasında pek çok şey yaşıyoruz, belki ilk zamanlar sadece hareket ediyoruz ve amacımız hareketi anlamak, doğru yapmak ama bir süre geçince o hareketler bizi başka bir boyuta taşıyor. Fiziksel boyuttan çıkıp (o boyut devam ederken tabi ki) duygusal bir boyuta geçiyoruz. Yaptığımız hareketler, bedendeki sıkışmış dokuları rahatlattıkça artık o dokularda gizlenen, sakladığımız, ifade edemediğimiz, belki bu sabahtan, bekli geçen sene ayrıldığımız sevgilimizden, belki ergenlikten, çocukluktan ve hatta atalarımızdan bize miras kalmış duyguları da açığa çıkartıyor. Onun içindir ki bazen bir yoga dersinden öfke içinde çıkarız, neden olduğunu anlamayız ama yoga yapmak bizi öfkelendirmiştir. Ama hani yoga yapınca rahatlayacaktık! Bu duygular da nereden çıktı?
Kulübe hoş geldiniz, artık yoga sizi daha derin bir yere götürmeye başladı (burada yoga derken meditasyon da demek istiyorum bana göre her şey meditasyon için araç. Benim araçlarımdan en önemlisi yoga olduğu için yoga üzerinden örneklendiriyorum)
Nerde kalmıştık, yogamızı yaptık, ama rahatlamak yerine öfke duymaya başladık, aklımıza bir anı geldi, annemize kızdık, patronumuza kızgınlığımız kabardı. Evet yanlış duymadınız kabardı. Hani nasıl halı silkeleriz ve üzerine pat pat diye vururuz ve tozlar kabararak yükselir işte aynen öyle olmaya başlıyor bir süre sonra yoga yaptığında da. O tozlar yükseliyor, duygular da birer enerji topu değil mi zaten ve biz o enerji ile ne yapacağımızı bilemiyoruz. Belki önümüze ilk gelene patlıyoruz ama o da işe yaramıyor, rahatlayamıyoruz, belki onu bastırmak için içki içiyoruz ama o da işe yaramıyor, bir süre sonra tekrar aynı duygu geri geliyor, yani kapıdan kovsan pencereden gelir derler ya işte aynı o durum…
Neyse efendim, meditasyon işte tam da bu anda yardımımıza koşuyor. Gözümüzü kapatınca Ak sakalı dedeler bize diyor ki, bir dur, ve izle bakalım. İçinden yükselen bu tepkiye , bu duyguya bir bak, sadece bak. O duygu senden bir şey beklemiyor, öfkeni git yanındakine göster demiyor. Sadece izle. Hatta şöyle arkana yaslan, sanki bir film izlermiş gibi kendi duygunun filmini izle, nefes al derin derin ve izle ve sadece gör, bir şey yapman, değiştirmen, savuşturmana gerek yok, sadece izle…
Belki ilk seferde bu kolay olmuyor . Belki 17. Seferde de kolay olmuyor ama oturursan, tekrar ve tekrar o matın üzerine çıkarsan, meditasyonuna girersen, öyle ya da böyle bir zaman gelecek ki o duygu senin üzerinde o etkiyi gösteremeyecek artık. O duygunun (hadi söyleyeyim bunlar bizim karmik tohumlarımız, samskaralarımız) , o karmanın seninle işi bitmiş oluyor. Peki bitti mi yo hayır bunun gibi onlarca binlerce duygu var, karmik tohumlarımız var. Hepsi sırayla, zamanı geldikçe karşımıza çıkacaklar….
Gelelim işin büyüsüne .
İşte bu alıştırmayı, matın üzerinde bir kez yapmayı öğrendiğinde hayatta karşına çıkan durumlarda da aynı meditasyonundaki gibi kalmayı, izlemeyi ve anlamayı öğreniyorsun, tepkilerin değişiyor. Tepkilerin zaten bilinçaltının derin dehlizlerinde yaşayan kendi hayatları olan enerjiler. Ve bir kez o enerjinin yüzeye çıkmasına izin verdiğinde ve onu izlediğinde, bunu başardığında, onun da artık seninle işi bitiyor… Yine mi aynı şeyi yaşıyorum dediğin durumlar değişiyor…
Ama unutma hayat hep seni sınar. “Emin misin?” der sana. “O tepkinin altında yatan sebepleri anladın mı? Son kararın mı?”
Eğer gerçekten anladıysan, CSI Miami dosyaları gibi üzerine bir mühür basar. Bununla işimiz bitti diye ve çekmeceye geri koyar. Ve sonra bir üsteki çekmeyi usulca açar…
Yeni bir gün doğar, sen uyanırsın ve her şey yeniden başlamıştır. Bakalım bu yeni günü yaşarken tepkilerin ne olacaktır?
Not: Groundhog Day’i izlemenizi öneririm.
Not: Ocak 2016’da Yoga Dergisi için yazılmıştır.